Read more
Ben Türk siirini gül-i ranaya benzetiyorum; yari sari
yari kirmizi... Halk ve divan geleneginden beslendigi icin
iki renkli. Rengini, kokusunu bizim havamiz, suyumuz ve
topragimizdan alan, bizim besleyip büyüttügümüz bir
gül.
Edebiyatimizi dogru anlayabilmek icin önce
zihnimizdeki ikiligi kaldirmamiz gerektigine inaniyorum.
Türk kültürü, tarihi ve sanati gibi edebiyati da bir bütün.
Siir de bu bütünlük icinde gelisimini sürdürüyor. Farkli
estetik cizgilere sahip olmakla birlikte, ortak bir kültür
birikimine yaslanan halk ve divan edebiyatlarimizin
müsterekleri tahmin ettigimizden cok daha fazla.
Simdiye kadar israrla farkli taraflarina dikkat
cekildiginden bu ikisinin birbirine zit ve tamamiyla farkli
edebiyatlar oldugu sanilmis, arada ucurumlar
yaratilmistir. Ben bunun böyle olmadigini örnekleriyle
ortaya koymaya calistim.
Eski sehirlerimizin kendilerine özgü bir mimarisi
vardi. Safranbolu ve baska sehirlerde gördügümüz gibi.
Bu sehirlerin, ayni zamanda siirde, musikide, giyim
kusamda belli bir üslbu vardi. Tanpinar bu örneklere
mahall klasik diyor. Bunlar, halk siirini divan siirine
baglayan zincirin halkalari gibi ara örneklerdir.
Ben Türk Edebiyatini bir sehre benzetiyorum.
Edebiyatin dönemleri ve farkli üslplari, sehrin
sokaklari, caddeleri, meydanlari gibidir. Ayni anda hem
bunlari hem de sehrin tamamini göz önünde
bulundurmak gerekir.
Türk Edebiyati kendi icinde bölümlenmeler icerse
de, yabanci bir edebiyatla karsilastiginda bu farkliliklar
ortadan kalkar ve bir bütün olarak görünür. Onu
degerlendirirken farkliliklarini ve ortak yönlerini bir
arada degerlendirmelidir.