Read more
Kentler, bir yerlesim yeri ve yasam alani olarak sosyolojik acidan derin farkliliklari, celiskileri ve esitsizlikleri barindirir. Mezopotamyadan itibaren toplumsal cinsiyet esitsizlikleri, ataerkil toplum ve devlet yapilariyla birlikte kentlerin bir parcasi olmustur. Kadin ve erkek arasindaki biyolojik farkliliklar, toplumsal is bölümü ve mekansal ayrismalarin eril insasiyla esitsiz ve hiyerarsik farkliliklara dönüstürürken kenti devletle ve kamusallikla özdeslestirmistir. Kadinlar ise kentte daha cok özel alanda yasayan bir azinlik olarak görülmüslerdir. Sanayi Devrimiyle istihdamin artan kentsel niteligi modern toplum ve demokratik gelismelere olanak saglamissa da kamusalin eril niteligi kentsel yasamdan kadinlari ya uzak tutmus ya da katilimlarini sinirlamistir. Kentin sorunlari da ya cinsiyetten bagimsiz görülmüs ya da cinsiyet körü olarak ele alinmistir. 21. yüzyilin en kücük kentten mega akilli kentlere kentsel gelismislik düzeyi ne olursa olsun kentlerde toplumsal cinsiyet esitsizligi sorunu devam etmektedir. Sosyal devletin daha da geriledigi, neoliberal piyasa ekonomisi ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin ev isleri, cocuk ve bakim sorumluluklari kadinlara dayattiklari ve ihtiyaclar göz ardi edilmektedir. Hatta kent mekani düzenlemeleriyle kadinlara özgü ayristirilmis kamusal alanlar olusturulmaktadir. Oysa kadinlar ne ister Yasadiklari kente, kenttas olarak tüm alan ve iliskilerine katilim, temsil ve sorumluluk almak, esit olmak. Bu kitap, sizleri bu sorgulama alaninda bir saha arastirmasinin bulgulari esliginde kisa bir yolculugu davet etmektedir.